Gösteri toplumu hızla ve korkutucu şekilde derinleşiyor. Her geçen gün, insanın kendisi bir gösterge değeri olarak sıkışıyor, çocuklar ise artık “gösterge”nin neredeyse bütünüyle sardığı bir dünyaya doğuyor.
Fotoğrafımı çekip falancagile gönderir misin diyen, objektif görünce davranışlarını değiştiren, çekilen fotoğrafta nasıl göründüğüne hemen bakmak isteyen çocuk davranışlarına hızla alışıyoruz. Çocuklar çok küçük yaşta “dijital gösterme” üzerinden sahte benlik kurmayı öğreniyorlar.
Bunun arkasında, çocukların ev yaşantılarının, okul yaşantılarının, günlük rutinlerinin, ebeveyniyle/öğretmeniyle kurduğu ilişkilerin, oyunlarının, gelişimsel avantaj ve dezavantajlarının çocukla yakın bağı olan anne-baba ya da okullar tarafından dijital bir gösterge olarak sosyal sermaye dünyasına tahvil edilmesi var.
Böylece çocuk varoluşu bir popüler kültür nesnesi olarak yeniden üretiliyor.
Bu gösterge dünyası, çocuğu, aile bireylerini okul çalışanlarını ayrı ayrı etkiliyor, manipüle ediyor, performans stresine maruz bırakıyor. Gösterme düşüncesi çocuklar için stresöre dönüşürken, aileler ve okullar en hızlı şekilde bilgi-belge-fotoğraf paylaşımı olmadığında ve bu paylaşımlar pozitif bir mana içermediğinde kendilerini noksan hissediyor. Bu da yapaylık ve okul/ev yaşantılarını sahteleme eğilimine yol açıyor.
Aile bilgilendirme konusu, sosyal medya gibi araçlarda hep hassas olduğumuz halde, gösteri toplumunun geldiği nokta bu konuyu bizim için de çocuk hakları, demokratik iletişim, bilgi hakkı gibi konularda yeniden yeniden düşünmeye sevk ediyor.
Sosyal medyanın çocuk mahremiyetini sıkıştıran, özellikle çocuk yüzlerini sakınmayan tüketici evreni, “iyi ebeveynlik endüstrisi”, okulların ailelerle görsel döküman paylaşmalarını sağlayan türlü program ve uygulamalar ürkütücü bir şekilde çocuk varoluşunu ve imajını sıkıştırıyor, aileleri, “öğretmenleri bazı anekdotları gösteren” kimlikler haline getiriyor.
Neler yapılabilir ?
*Aileler çocukları ile ilgili sosyal medyada yaptıkları yayınların iyi oluşu, üretken bağlantıları, yaratıcı arşivciliği destekleyip desteklemediğini, gösterilen şeylerin çocuğun edimsel doğasını etkileyip etkilemediğini kontrol edebilirler. Okuldan gelen fotoğrafları, “harika şeyler yapmışsınız/ çok güzel çıkmışsın” yerine çocuklarının okuldaki deneyimleriyle bağlantı kurmayı destekleyecek bir kolaylaştırıcı olarak görebilirler.
Okullar, sosyal medya anlayışlarını “yapılan-edilen bazı işlerin” gösterilmesini değil, eğitim felsefelerini, modellerini destekleyen bir projeksiyonla oluşturabilir. Bu yayınlar elbette okul pratiklerine dayanacaktır. Bu pratiklerde çocuk imajının araçsallaşmaması için vurgunun etkinliğe ya da temaya yönelik olmasına daha çok özen gösterilebilir.
*Çocukların yüzlerini bir bütün olarak gösteren yayınlara yer vermemek, çocuk yüzlerini herhangi bir reklamın, kampanyanın, bir eğitim felsefesinin aracı olarak kullanılmaması bir ilke olarak kabul edilebilir.
*Çocukların okul yaşantılarındaki toplu hallerin ailelerin izleme alanı olmadığı ara ara hatırlanabilir.
Çocuktan yana daha güzel bir dünya için daha çok yan yana olmak umuduyla…